e-posta: arustu1206@yahoo.co.uk

Ad

E-posta *

Mesaj *

24 Ekim 2008

BOLKARLAR MEDETSİZ ZİRVESİ (3524 m)

Bolkarlar’ın o ünlü zirvesi Medetsiz bir grup doğaseveri daha zirvesinde ağırlayıp göğüslerine madalyalarını takarak ödüllendirdi… Temmuz’un 11’ini 12’sine bağlayan geceyarısı saat tam 12.00’de heyecanlı bir grup insan Ankara’dan bir midibüse doluşarak Niğde’ye doğru yola çıktık. Hedef Ulukışla ilçesinin Darboğaz kasabasıydı. Grup heyecanlıydı, zira katılanların bazıları için bir ilk yaşanacaktı. Bir zirve etkinliği, hem de hatırı sayılır bir zirve; Medetsiz, Bolkar’ların zorlu zirvesi. Cumartesi (12 Temmuz) sabah erken saatlerde Darboğaz’a ulaştık. Gereksinimlerin başında gelen ekmek fırınının önünde durduk… Herkes fırına dalarken ben yandaki yeni açılmakta olan bakkala yöneldim. Biraz sonra hemen hemen herkes taze taze fırından çıkan pidelerin albenisine dayanamamış torbalarla pide ile ortalıkta dolaşmaya başladı. Tabii o çıtırlığa dayanamayıp hemen atıştırmaya başlamışlar. Ben de onların böylesine iştahla yemelerine dayanamayıp sırayla bir ondan bir bundan ufak parçalar kopararak sebeplendim. Sonrasında kamp kuracağımız Karagöl’e doğru yola koyulduk. Yol gerçekten berbat, hele bir yerde, sanırım özellikle, öylesine bir kasis yapılmış ki geçmek gerçekten çok zor. Hepimiz araçtan indik ve yolu terkederek doğrudan aracın gidebileceği, Karagöl’e tepeden bakan, son noktaya kadar yürüdük. Bu kadar yol yorgunluğundan sonra hatırı sayılır bir tırmanış oldu hepimiz için. Tepede herkes malzemelerini yüklenip göl kenarındaki kamp alanına devam etti. Ben ilk ulaşanlardan oldum. Nedense, aceleci bir yanım var; yapılacak işin bir an önce sonuçlandırılması gerekir diye düşünüyorum. Hemen çadırı kurdum. Bu arada dostların hepsi gelip yerleşmelerini gerçekleştirdiler. Ama burada söylemeden geçemeyeceğim bir konu var: Arif, Hasan’dan daha yeni aldığı çadırı kurmakta zorlanmaya başladı. Hasan’la birlikte uğraştılar; olmadı. Serpil yardımlarına koştu; olmadı. Filiz ve ben deneyelim dedik; olmadı. Sonunda biz de pes edip uzaklaştıktan sonra, ben kendi işlerime dalmış olduğum bir sırada hemşerum (!) {Ha, pen Karadenuz’lu teğilem ama sevirem kendilerinu; Tirabzonlu’dur kendisu, daaa!...] Gülzade iki dakikada olayı çözmüş ve Arif’i huzura kavuşturmuş. Biraz dinlendikten sonra yemek faslı başladı. Benim için özel bir andı; sonunda üç yıl önce aldığım ocağı kullanabilecektim. Kullanmayı becerdikten sonra çocuklar gibi mutlu oldum,. Afiyetle sıcacık bir yemek yedim. Çay faslı, biraz keyif derken Hasan, “Bu kadar rehavet yeter! Haydi bakalım uyum tırmanışına” diyerek hepimizi harekete geçirdi. Karagöl’ün etrafından dolaşarak, ha bu arada Karagöl 2550 metrede, tırmanmaya başladık. Kısa bir tırmanıştan sonra mükemmel görüntüsüyle Çinili Göl bizi pırıl pırıl görüntüsüyle karşıladı. Herkes deliler gibi görüntü avcılığına girişti. Gerçekten doyulamayacak bir yer. Çinili Gölü iyice içimize sindirdikten sonra yola devam ettik. Büyükçe bir kar birikintisine gelince hepimiz çocuklaştık tabii ki... Ama ne güzel bir görüntü... Karı dikey geçmeye çalıştım ama baktım fazlaca kayıyorum tekrar sağlam yere, toprağa yöneldim. Keyifli bir tırmanıştan sonra 3050 metrenin yakınlarında tırmanışı noktaladık. Bazılarımız daha da yükseğe çıktılar, bıraksak Medetsiz’e uçacaklar. Dönüşte kampa yaklaştığımızda hava bozmaya başladı. Saat 17.00-17.30 gibi komik bir saatte çadırımıza çekildik. Açıkcası benim niyetim uyuyup tırmanış saatine kadar iyice dinlenmekti. Filiz’le biraz sohbetten sonra uyumaya çalıştık. Dalmışım. Ne kadar geçti, bilmiyorum! Yağmurun, çadırın üstüne çarparak ritmik tıpırtılar oluşturması beni o güzelim uykudan uyandırdı. Biraz sonra da hiç sıkılmadan güneş yüzünü göstermeye başladı. Ben inat ettim çadırdan çıkmayacağım, ama Filiz dayanamadı ve çıktı. Ben de onu kıskanıp 5-10 dakika sonra çıplak ayaklarla kendimi dışarıda buldum. Neyse orada lafla, burada lafla, sevgili Sibel’imizin demlediği çaydan yudumlayarak saati biraz ilerlettik. Artık hava kararmaya başlayınca biz tekrar çadıra uyumaya çekildik. Ancak bazı yaramaz yoldaşlarımız ve kamp alanına yeni gelen bir grubun gürültüsü sonucu uyumakta epey zorlandık. Bir ara sızmışım demek, şiddetli bir üşümeyle uyandım. İnanılmaz bir durum, yine hipotermi görev başında. Zangır zangır titriyorum. Hava almayacak şekilde uyku tulumunun içine gömüldüm. Kesildi. Ama terliyor, bunalıyorum. Azıcık kafamı çıkarmaya çalışsam o istenilmeyen titreme tüm şiddetiyle vuruyor. “Eyvah!” dedim, “bu kadar gerçekleştirmeyi arzu etttiğim zirveyi böylesine anlamsız bir rahatsızlık sonucu gerçekleştiremeyeceğim galiba!..” İnanılacak gibi değil. Sürekli kendimi deniyor ve kontrol altına almaya çalışıyorum. Bir saat kadar sürdü bu sorun, ama sonunda kontrol etmeyi bir şekilde başardım veya çok şanslı olduğum için sorun beni terk etti. Biraz uyuyabildim sanıyorum, iki belki üç saat. Telefonun alarmı ile saat üçte uyandım. Ortalıkta hiç ses yok. Filiz uyandı mı uyanmadı mı bilemiyorum. Hiç sesi çıkmıyor. Etrafta da ses duymayınca uyandırmaya kıyamadım. Ama 10-15 dakika sonra dayanamadım uyuyup uyumadığını sordum. Meğerse uyumuyormuş ama, ‘Ya, Rüştü abi, biraz keyif yapalım, nasıl olsa kalkmaz insanlar” dedi. Ben de, dedim ya kıyamadım, çünkü otobüste hiç uyuyamamıştı, biraz daha yatsın dedim. Ama artık 03.30 olunca dayanamadım ve kalktık. 03.40’ta ayakta herşeye hazır çadır önünde beklemeye başladık. Bu arada bizim bölümdeki arkadaşların hemen hepsi de kalktı ve onlar da hazır. Gel gör ki aşağıdaki ekipte sorun var. Bir kaç kez tatlı sert yukarıdan onları uyarmamıza ve hareket saati 04.00 olmasına rağmen, saat 04.15- tık yok; 04.30- tık yok. Benim derdim zirveyi bir an önce yapıp Ankara’ya vakitlice erkenden dönmek. Zira herkes ertesi gün işe gidecek. Buna olanağımız da var. Ama nedense bu tür etkinliklerde insanlar, kendileri de ondan olumsuz etkilenmelerine rağmen, bir disiplin altına girmeyi beceremiyorlar. Sonunda 04.40’ta Hasan’ın önderliğinde yola koyulduk. Gün ilerlediği için bazı arkadaşlarımız benim gibi miyop-astiğmat olmadıkları için kafa fenerine bile gerek duymadan ilerliyoruz. Kısa bir süre sonra hava öylesine aydınlandı ki ben bile artık kafa fenerine gerek duymamaya başladım. İşte ilk zorlu bölüme geldik. Çok dik. Tırmanış bile zor, bakalım inişte ne yapacağız. Ama bu tırmanışın sonunda kahvaltı molası var. Dayan, Rüştü... Bu kadar zorlu bir tırmanıştan sonra umutla beklediğim kahvaltı molası hiç te hoş başlamadı. Anormal ve dondurucu bir rüzgar var. Birşeyler yemeği düşünecek halim yok. Nasıl ısınırım, onu düşünüyorum. Ama zorladım kendimi ve canımın hazırladığı sandöviçin yarısını zorla da olsa Nilüfer’in verdiği çayla mideme indirdim. İşte beklenilen an; güneş yüzünü gösterdi. Ve ben, Nazım’ın şiirini okuyarak o yöne doğru koştum; Akın var, akın Güneşe akın... Güneşi zaptedeceğiz, Güneşin zaptı yakın!... O beni zaptetti, her yanımı sarıp sarmaladı... İşte senin gereksinimin diyerek beni kollarına alıp içimi ısıttı. O ana kadar eksiye geçerek beni yıkmaya çalışan olumsuz duygular yavaş yavaş yerlerini olumlularına bırakmaya başladılar. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissederek yola devam etmeye başladım. Ancak iki yerde bıçak sırtı denilen, kısa da olsa geçilmesi gereken, bölümlere gelince yükseklik korkum bana hakim olmak için tüm çabasını sarfetmeye başladı. İzin vermedim, hatta kimseden yardım da istemedim. Ama tırmanış boyunca bu korku bana hakim olmak için elinden geleni yapmaya çalıştı. Zira elinde bunu sağlayabilecek olağanüstü bir güç vardı; rota genelde hep yüksek açılar çevresinde seyrediyordu. Hasan hep moral vermek için gayret sarfediyordu. İşte bu çok işe yaradı. Desteksiz o bıçak sırtlarını geçtim. Artık bundan sonrası tırmanmaya dayanmaktı, riskli bölgeler geride kaldı. Adım adım, santim santim geliyoruz be Medetsiz... İşte sonunda senin zirvenle dostlar kucaklaşmaya başladı... Çektim fotoğraflarını... Bekle ben de geliyorum. Ha gayret Rüştü!... Artık Emler’de veya Ağrı’daki duygular bana çok anlamsız geliyor!.. Ben yeterince güçlüyüm ve bu işi yaparım! Bu kavramı kafama sokmam gerek... Burada da öyle oldu... Ne bacaklarımda bir ağrı, ne solunumumda bir sorun, ne yükseklik hastalığı; bunların ve belki de dağ ile ilgili bilmediğim başka sorunların olmadığı bir tırmanış yaşadım... Olağanüstü bir duygu!.. Herkese teker teker sarılıp kendilerini ve kendimi kutladım. Bu dostların çoğunun ilk zirvesi... Müthiş bir duygu!... O kadar mutluyum ki!.. Herkes onun bunun, birbirinin, zirve manzaralarının fotoğraflarını bellek hanelerine kaydediyorlar. Görüntüler olağanüstü!.. Fotoğraf karelerinin bunları görüntülemesi olası değil!.. Çünkü içlerinde bizim duygularımız yok... Ve onlar öylesine coşkulu ki!.. Hava bozacak gibi... Geri dönmemiz gerek... Dağ dağlığını göstermek üzere. Ama yine umuyorum, kampa dönene kadar hava bozmayacak... Dönüş yolunda öğle yemeği için karar verdiğimiz noktaya kadar havasal açıdan sorun yaşamadık. Hatta bazı arkadaşlar güneşten uzak yerler aramaya başladılar. Ben de bir köşeye çekilip bizden sonra gelen dostların görüntülerini almaya başladım. Tabii bu arada yemeklerini hazırlayıp yiyenler de var. Herkes geldi yemeklerini bitirmek aşamasına geldikleri anda damlalar toprağı okşamaya başladı. Herkes hemen yağmurluklarını giymeye başladı. Ardından hızla toparlanıp yola koyulduk. Önce dolu, sonra yağmur, sonra kar, sonra tipi; bir yandan gök gümbür gümbür... Hiçbiri bizi perişan edecek düzeyde değil... Ancak ilk bıçak sırtına ulaştığım ve Hasan’ı orada gördüğüm anda moralim bir kat daha arttı. Zira ondan bu iki bıçak sırtında bana destek olmasını rica etmiştim. Unutmamış, benden çok daha önde olmasına rağmen orada bekleyerek benim karşıya geçmeme yardımcı oldu. Beni, dilerim bir arkadaşım orayı geçerken görüntülemiştir; korkudan neredeyse yere kapaklanmak üzereydim. Burada Hasan bana destek oldu ya artık güvenim daha fazla... İkinci bıçak sırtında da beklemiş ve başarıyla orayı da onun desteğiyle geçtim. Ama burada Hasan da biraz kaygılıydı... Herkesin olabildiğince hızlı hareket etmesini istiyordu. Zira hava anormal elektrik yüklü ve devamlı birilerini olumsuz etkilemekte imiş. Kendisi yüzüğünü çıkarmak zorunda kalmış, çünkü elektrik akımı görüntüsü yanında sesler de duymaya başlamış. Bazı arkadaşlarımızın saçları dimdik olmuş. Hatta bir arkadaşımız kulaklarında yanma dahi hissetmiş. Bunlar söylenirken ben garip garip yüzlerine bakıyordum... Bu arada Hasan neredeyse yalvararak herkese bir an önce aşağıya ulaşmamız gerekliliğini vurgulamaya çalışıyordu. İşte o sıralarda ben de yağmurluğumun fermuarında bir elektrik akımı sesi duydum. Garip bir şekilde hoşuma gitti dersem yalan olmaz. Neden mi? Eee... Herkes bir yıldırım çarpmasından söz ediyor ben olayın farkında bile değildim... Son zorlu etabı da iniş olarak gerçekleştirdikten sonra hava iyice ısınmaya başladı. Ne kadar ilginç... Az önce ıslanıp, elektrik akımlarının hücumuna uğrarken şimdi sıcaktan bunalıyoruz!.. Nasıl olsa artık rota çok açık bir şekilde belli olduğu ve risk olmadığı için Hasan herkesin bağımsız olarak hareket edebileceğini söyleyince kopmalar başladı. Ben de ilk kopanlardan olarak kamp alanına neredeyse sürünerek ulaştım. Tam 11 saat 45 dakikadır tırmanış etkinliğindeyiz, önceki gecelerin uykusuzluğu cabası. Fakat müthişiz... Belki de rekor kırdık!.. Tamam bizden daha fazla sayıda, 20 ve 21, kişinin grup olarak tırmandığını internetten öğrendim. Ancak, bizim gibi aşırı decede amatör, belki de yaşamı boyunca ilk kez zirve denemesinde bulunan bir grupta 19 kişinin zirve yapması olağanüstü... Gerçekten zorlu bir zirve!.. Hepinizi, hepimizi kutluyorum yoldaşlar, dağdaşlar!... 12-13 Temmuz 2008 Zirvenin koordinatları: Medetsiz zirve: E: 37 23.58300', B: 34 37.85300', Yükseklik: 3524m

Hiç yorum yok: