e-posta: arustu1206@yahoo.co.uk

Ad

E-posta *

Mesaj *

15 Aralık 2007

KIZGINKAYALAR - 9 Aralık 2007

Bu sefer dersimi iyi çalışmamışım, başlangıç ve bitiş köyleri konusunda emin değilim. Sanırım başlangıç noktası Çukurca Köyü bitiş te Yıldırımhacılar Köyü idi. Bu yazıyı okuyan ve o gün aramızda olan arkadaşlarımdan ricam eğer hatalı isem düzeltmeleri.

Henüz uyanmamış insanların mahmurluğu ile yola koyulduk. Can bindi birazdan. Tamam, dedim, şimdi şamata başladı. Ama o da keyifsiz görünüyor. Şaşılacak şey… Önce ekmek sonra çay-çorba molası verip Çukurca’ya vardık. Kısa bir hazırlık sonrası yola koyulduk.

Aylardan beri ilk kez çamurla haşır neşir olmaya başladık. İlk an insan biraz sakınıyor ama kısa zamanda alıştım. Şapada şupada yola devam. İşte en güzel yanlarından biri bu doğa
yürüyüşlerinin: çocuklaşıyorsun… Ne hoş!..

Hasan iyi ki bu sefer yoldan yürütmedi. Bu güzergahta hep yoldan giderdik. İyi yaptı. Yol mu kısaydı yoksa ben mi yürümeyi özlemiştim (iki haftadır yürümüyordum), sanki başladık ve işte Kızgınkayalar!!!... Kayalara yaklaşırken karlı alan da başladı. Daha da muhteşem olanı, çevredeki kayaların yapılanması görülmeye değer. Anında büyülendim… Öyle bir ellerimi yanlara doğru açmışım ki, Türker “Ne o? Neye tapınıyorsun?” deyiverdi. :-o

Tepelerin ortasında bir gökdelen gibi yükselen Kızgınkayalar yüzlerce yıl bir gözetleme kulesi görevi gördükten sonra 19. yüzyılın sonunda eşkıyaya mesken olmasını önlemek üzere bombayla tahrip edilmiş. Onu geçtikten sonra parkurumuzun en zorlu kısmı ile karşı karşıya kaldık. Ciddi bir eğim. Rahat 75˚ var, ama ağaçların yardımıyla çok fazla zorlanmadık. Tabii benim 3-4 kere gerçekleştirdiğim yumuşak düşüş dışında.

Biraz sonra sucukları kızartacağımız öğle yemeği mola yerine geldik. Hasan ve Türker’in çabalarıyla nemli odunlar nedeniyle biraz zor da olsa güzel bir ateş sucuk, hellim ve de hamsiler için hazır hale geldi. Bu yürüyüşlerde en fazla oburluğumun canlandığı ortamlar böylesi ortamlar. Yoksa hiç bir şey yemesem de etkinliğin sonuna kadar idare ediyorum. Ama gel de ateşte sucukları yeme… Hellim cabası, hamsi büyük sürpriz…

Yine bitiş noktası çabucak geliverdi. Biz, Çiler, Duygu, Serdar ve ben yolu biraz uzattık ve güzel bir parkur izledik te az da olsa tatmin olduk.

Dönüş yolunda sonunda Can “can”landı da zaten keyifli geçen bir günün üzerine tam anlamıyla kaymak cilası yapılmış oldu…

13 Aralık 2007

ARAYİT DAĞI


Gezgin, ya da benim deyişimle çingene, bir yerde kök salmayı pek içine sindiremeyen insan, sürekli huzursuz ve sürekli ayakları kaşınır… İşte 50 yaşından sonra uyanan bu gezgin “İyi ki uyandım” diyebilmekten çok mutlu.


Her gün ülkemizin bir başka güzelliğine tanık olmak mükemmel bir duygu. İşte Arayit Dağı bu güzelliklerden birini yaşattı o Pazar günü bize. 1800 metre civarı yüksekliği ile İç Anadolu’nun en yüksek tepelerinden biri. Kurtuluş Savaşımızın en yoğun şekilde yaşandığı bir bölgenin ortasında.


Tırmanış çok kolay ve keyifli, ama daha da keyiflisi gönüllü bir yerel rehberin bize eşlik etmesi ve zirve dönüşü yolumuzu yarıladığımız bir kurumuş dere yatağında Günyüzü sakinlerinden dostların öğle yemeğimizi hazırlamış olmaları.

Bu ne güzellik, bu ne vericilik! Kaçırılacak şeyler mi bunlar? Maalesef çoğumuz burnumuzun dibindeki bu güzellikleri teğet geçip ıskalıyoruz. Bir ha gayret demek yeter. Haydi canlar kapın sırt çantanızı…